Tarih 12.06.2017 Saat: 15.31… Kafamda tasarladığım işlerimi düşünürken, sanki hiç ölmeyecekmiş gibi detaylı detaylı planlar programlar yaparken, bir anda hayat durdu. Yine, yeniden.. Birçok depremi yaşamış bir kişi olarak, sanki ilk defa yaşamış gibi beni yakaladığı yerde dondum kaldım. Hiçbir hareket imaresi gösteremedim bile. Yerin ayağımızın altından kaydığını hissettiğimiz an, neler düşündüğümüzü ya da neler düşünemediğimizi hala kabullenemiyorum sanırım. Anlık şoku, korkuyu atlatıp kendime geldiğimde ilk sorguladığım düşünce şu oldu: “Kaç defa depremi yerinde yaşadın gördün, hiç mi akıllanıp da kendini korumaya alacağın bir konuma hazırlamadın kendini? Her seferinde kımıldamadan donup kalıyorsun, neden?”
İşte seni hiç beklemediğin bir anda yakalayan, hayatları derinden etkileyen, yok eden doğal afetimiz deprem, ‘benimle yaşamayı öğreneceksin, alışacaksın’ dese de alışılacak bir tarafı olduğunu düşünmüyorum. Evet, deprem ülkesiyiz, evet hazırlıklı olmalıyız. Ama hepsi lafta.. Yaşamayanın hiçbir zaman anlamayacağı, hissedip hiçbir şekilde empati kuramayacağı konulardan birisi bence, deprem. O andaki şoku, deprem anında elinizi uzatsanız tutacağınızı bildiğiniz halde ailenize bile yaklaşamamamızı hiçbir zaman anlayamazsınız. Umarım yaşamazsınız. Bugüne kadar çok önemli depremler yaşamış, binlerce hayat yok olmuş, birçok şehir, kasaba, köy yok olmuş olan güzel ülkemde, yüreklerimizde kalan acı hiçbir zaman gitmiyor, unutulmuyor. Merak etmeyin, belli aralıklarla yaşadığımız depremler unutturmuyor kendini zaten.
İnsanın hayatında yarattığı travmaları düşününce, depremi konuşmak bile insanda hangi duygu ve düşünceleri tetikliyor bilemiyoruz. Sevdiklerini, yaşam alanlarını kaybeden insanların yeniden hayata tutunmaları ve kendilerine yeniden bir yaşam inşa etmeleri ne kadar zor, ne kadar da bilinmeyen sular.. Ruhsal ve fiziksel olarak ne kadar sağlıklı bir hayata geçiş yapabiliyorlar? Biz bile depremin bu sarsıntısıyla geldiğimiz durumu düşününce, kabul ediyorum hiçbir zaman onları anlayamayacağım. İşte bu hayatta güçlü insanlar varsa, onlardan bazıları da bu tarz travmaları yaşayıp hayatlarına devam etmeye çalışan insanlar, zor hayatlar..
Değerlendirdiğimizde, ülkemdeki sağlıksız yapılmış binalara, deprem anlarındaki eğitimsizliklerimize, her zaman olduğu gibi belli bir zaman sonra normalmiş gibi devam ettirilen hayatlarımıza değinmek istemiyorum. Suçlusu çok, çözümü yok. Bu bilince, yıllar geçse de sahip olamayacağız, işte kabullenmemiz gereken noktalardan birisi de bu. Her şeyi karşıdan, devletten bekleyen insanıma geldiğimiz sosyal ve kültürel seviyedeki durumumuzu hemen söyleyeyim. Atalarımız çok önceden bildikleri bir şeyi söylemişler ama biz üç maymunu oynamayı çok sevdiğimizden reddediyoruz. ‘Her koyun kendi bacağından asılır’. Bunu ne kadar çabuk kabullenir ve uygularsanız, aslında ortada sorun olabilecek şeyler ya da beklentiler yarıya inecektir.
Neden diyorum biliyor musunuz? Bizi hazırlıksız karşılayan doğal ya da yapay afetlerde hep başkalarının yardımını bekler havası ve birilerinin ayağa kaldırır düşüncesi sarıp sarmalıyor çevremizi. Nesilleri karşılaştırdığımızda; dönem dönem yardımlaşmanın, verilen desteklerin oranı artmış, sahiplenilmiş. Ama hep mi öyleydi, tabi ki hayır. O zamanlarda da herkes kendisinden sorumluydu ama bu kadar yalnızlaşma ve bireysellik yoktu. Her dönem kötü ve acı olaylar var olmakta. Buradaki detay, nasıl atlatıldığı.. Kendi başımızın çaresine bakmayı ciddi anlamda öğrenmeliyiz. Artık ortak karara varalım ve özellikle deprem gibi doğal afetlere, düşünce olarak da olsa bir hazırlık yapalım. Bunu kendime de söylüyorum, hem de altını çize çize.
Deprem anında soğukkanlı olmayı öğrenmekle başlıyor her şey. Özellikle bu paragrafı not ederek hafızama kazımayı düşünüyorum. Soğukkanlı olmayı başarabildikten sonra, nerede yakalandıysak o ortamda güvenli olabileceğimiz köşeleri yerleri öğrenmemiz gerekiyor. İşte başlıyoruz: Masa altları, kapı köşeleri gibi bulunduğumuz yerlerde benzer özellikte var olan yerlerde kendimizi koruma altına alıyoruz. Ellerimizle kafamızı koruma altına alıyor ve çömeliyoruz. Beklemeye geçiyoruz. Ailemizle önceden bu konuları konuşursak daha sağlıklı olacaktır. Yönlendirmelerimizi ona göre yapıyoruz. Deprem halindeyken yürüme ya da koşmaya çalışmıyor, merdiven ya da asansörlere kesinlikle yaklaşmıyoruz. Mümkün olduğunca yakın çevremizde kendimizi koruyabileceğimiz bir yer tespit ediyoruz ve bitmesini bekliyoruz. En temel bilmemiz ve uygulamamız gerekenler bunlar. Zaten o hengâmede bu kadarını başarabilirsek mucizeyi de gerçekleştirmiş oluruz. Biz konuya hâkim olalım da, o anda yarısını bile düşünebilirsek hayatta kalabiliriz umarım.
Sonrasında depremin şiddetine göre tabi ki ama ilk üç gün artçıların da etkili olabileceğinden dikkatli olmalıyız. Biz ilk yardım çantası olarak adlandırabileceğimiz bir çantanın hazırlığı içerisindeyiz. Kulak arkası yapmanın faydası yok artık, değil mi? Eminim sizler de biliyor ve hazırlıyorsunuzdur ama burada dursun yine de. Çantanın içine kaç kişiyseniz ona göre kalın olabilecek bir kazak, battaniye, biraz yiyecek, su ve fener koymayı unutmayın.
Bu yazdıklarım, depremin düştüğü evleri, canları tarif etmeyi bırakın, ucundan kıyısından bile geçmemiştir belki. Doğrudur, inanıyorum. Çünkü gerçekten anlatılması, yaşanması bambaşka bir trajedi. Bugüne kadar bu trajediyi yaşayan, yuvalarını kaybeden, hayatta kalanlara, sevdiklerini kaybedip hayatlarına devam edenlere ‘geçmiş olsun’ların ve sabırların en büyüğünü diliyorum. Hayatlarını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyorum. Mekânları cennet olsun. Bu trajedileri, korkuları yaşayanlara bir nebze de olsa varlığımı hissettirebildiysem ne mutlu.. Yalnız değilsiniz, olmayacaksınız.. Hayatlarımızın parçası olan depremleri yaşamaya devam edeceğiz evet. Ve kafamdaki ses hayatı ve sevdiklerini kaybetmenin ne olabileceğini tahmin ederek susmuyor: “Bunu ka-bul-le-ni-yo-rum! Ve ona göre ya-şı-yo-rum! Başlıyoruz Nokta”
Sevgiler.