Neredeyse 20 yıla yakındır kendimi son yıllardaki kadar milliyetçi hissetmemiştim. Akıp giden hayatımda, vatan, millet, Sakarya misali dolu dolu düşünüp konuşamıyordum. Buna ortam deyin, toplum deyin, ne derseniz deyin. Ama hiçbiri karşılık gelmeyecek biliyorum. Son 5 yılda ne oldu da sadece ben değil çevremde, gördüğüm, izlediğim birçok kişide bir canlanma oldu? Sanki üzerimizdeki ölü toprağının farkına varmışız, birisi gelmiş, “Çocuk! Ne uyuyorsun, kalk! Başını dik tut, toprağına, atana sahip çık, konuş, sen istediğini yap, heybene at!” demiş gibi.. Bunu ancak yaşasaydı kim diyebilirdi ya da doğru soru şu: “Kim dese ayağa kalkardık?” Tabi ki Atatürk!
Aslında önce farklı bir konuda bir yazımı paylaşacaktım ama öyle bir duygu ve düşünce yoğunluğu yaşıyorum ki, açık ara farkla öne geçti bu satırlar. Canım ülkemin geçirdiği sosyal, ekonomik, kültürel, siyasi değişimler, devinimler derisini öyle bir değiştirdi ki, sesimizi bile çıkartamadık. Peki şimdinin ne farkı var? Sanırım herhangi bir konuda giderek dolan bir insanın patlaması gibi diyebilir miyiz? Belki diyebiliriz. Bugüne kadar ne yaşandıysa yaşandı. Geçmişe dönüp ahkam kesmek en kolayı ve en çözümsüzü. Geçmişe sadece ders almak için ya da değerlendirme yapmak için bakacaksak, tamam bakalım. Sonrası ileri, hep ileri.
Yıllar içerisinde gösterdiğimiz değişimlerle, sanki betonlar arasından imkansız diyebileceğimiz yeşilliklerin yeşermesi gibi bir süreci yaşıyoruz ya da yaşıyorum. Genellemesem iyi olacak. Özlü sözlerin anlamını bulduğu yıllardan geçiyorum. Hani hepsini biliriz, yeri geldi mi güzelce yerinde konuşur ve havasını atarız ya, öyle değil işte. Tam anlamıyla içerisinde, derininde neyse onu yaşadığım süreçler. Yani tam olarak şöyle: “Zoru hemen yaparız, imkansız, biraz zaman alır!”
NORM ENDER ve PARLA: Sözün Bittiği Değil, Tam da Başladığı Yer
Cumhuriyetimizin 100. yılında bambaşka bir ruh haliyle dolup taşarken, her yere haykırasım var!: Atatürk’ü, ilke ve inkılaplarını, hayatını, mücadelemizi, hepsini! Ve her fırsatta haykırıyorum da evet, doğru bildiniz. Bu anlamda gerek 100. yıla damgasını vuran Norm Ender’in “Parla” marşıyla 100. Yılımıza yakışan bir marşla bizi yükseltmesi boğazlarımızı düğüm düğüm etti. Bir Türk kadını olarak kendisine çok teşekkür ediyorum!
Tam da bu şekilde ruhen yükselirken Disney+ ve ATATÜRK filmi durumu patladı. İlk önce çok büyük bir mutluluk yaşarken, bir anda olayların seyri değişti ve her iki filmi de seyrederseniz tam olarak da “Bizim bizden başka dostumuz yok!” diyen Atatürk’ün sözünü yine yeniden iliklerimize kadar yaşadık. Peki ne oldu? Çok güzel bir şey oldu! Yeterli değil belki ama ülkemde birçok şeye sesi çıkmayan insanım, öyle bir sesini çıkarttı ki, şu an ikinci filmi ile vizyonda olan ATATÜRK II sinema salonlarını doldurup taşırıyor.
Yaşadığımız ekonomik ve sosyal sorunlar nedeniyle, insanda heves bırakmayan ülkemde, belki yıllardır sinemaya gitmeyen Yeşil Fularlı Kız, ATATÜRK I ve ATATÜRK II vizyona girer girmez soluğu sinemada aldı. Ne büyük bir mutluluk ve gururdu anlatamam. Hiç bu kadar tüm süre boyunca duygulanacağımı düşünmemiştim. Yani 100. yıl marşımız Parla’dan sonra evet duygu ve düşüncelerimiz tavan yaptı. Cumhuriyetimizin 100. yılına yakışır görkemli kutlamalar oldu mu, yeterli miydi? Kesinlikle hayır. Ama 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’mızın 100. yılını yaşayabileceğimiz en büyük coşkuyla yaşadım ve yaşattım mı, kesinlikle evet. Bu da burada dursun. Ve ATATÜRK filmleriyle doruğa çıktık.
ATATÜRK I ve ATATÜRK II: Bugüne Kadar Neredeydiniz?
ATATÜRK I ve ATATÜRK II filmlerini değerlendirirken filmlerin kurgusu, oyunculukları, çekimlerinin derinliklerine inmeyeceğim. Bahsedeceğim elbet ama bakılıp görülmesi gereken ya da filmlerin yapımcı ve yönetmenlerinin bize vermek istediği mesajlara ağırlık vermek istiyorum.
Her iki filmde de oyunculuklar çok iyiydi, özellikle başrol oyuncular için altını çiziyorum. Her rolün sadece rolde kalmadığı, bizzat yaşatıldığını hissettim. Çok takdir ve tebrik ediyorum. Yönetici yapımcıları olan Saner Ayar ve Cengiz Çağatay başta olmak üzere yönetmen koltuğunda yer alan Mehmet Ada Öztekin’e, başrol oyuncusu olarak bugüne kadar Mustafa Kemal Atatürk’ü en iyi canlandıran Aras Bulut İynemli’ye, oyunculuklarıyla bizi mest eden Songül Öden, Sarp Akkaya ve tüm oyunculara ve tüm ekibe canı gönülden teşekkür borçluyum.
Bugüne kadar tarihimizle, milli mücadelelerimizle, canım Atatürk’ümle ilgili yüzlerce film ve yapım seyrettim, seyrettik. Bugüne kadar o dönemleri ve kişileri bu denli hissedemeyişimin bir nedeni olmalı değil mi? Bu yapımların diğer yapımlardan ayrılan en büyük farkı şu: Sadece anlatmayacağız, o dönemin başrolünde olan herkesi göstermek yetmez, hissettireceğiz!” mesajını yoğun hissettim. Her film böyle çıkar yola, dediğinizi duyar gibiyim. Peki kaç tanesi bunun hakkını veriyor?
Eğer iki filmi de sadece normal bir film olarak izleyip değerlendirirseniz beğenmeyebilir ya da yeterli bulmayabilirsiniz. O açıdan anlayabilirim belki sizi ama hak vermem. Tarihimizi, sıralamasını, olaylarını bilen insanlar olarak yıllarca hep aynı şeyleri okuyup anlatırız. Bundan da büyük mutluluk duyarım hep. Ama bahsettiğim konu, görmediğimiz, tanıklık etmediğimiz, okuyup da kafamızda hiç canlandıramadığımız detaylar. Ne büyük bir heves ve mutlulukla izledim, tarifi yok. Mustafa Kemal Atatürk’ün çocukluğu, aile hayatı, babası Ali Rıza Efendi ve annesi Zübeyde Hanım ile olan ilişkileri, gittiği okullardaki, ordudaki Mustafa, bilinmeyen ya da bildiğimiz ama aklımıza gelmeyen yönleriyle gösterilmiş. O kadar hoşuma gitti ki, şöyle söyleyebilirim. O dönemin halkı, şiveleri, alışkanlıkları, insanları ve Mustafa Kemal Atatürk’ün karakteri, duruşu öyle bir harmanlanmış ki, sanki şu anda aramızda yaşıyor ve okuduklarımızı hissettiriyor. O hep bildiğimiz karakterini, kişiliğini, sahip olduğu değerlerini, öngörülerini, çalışma ahlakı ve düzeni ilk defa ete kemiğe bürünmüş gibi hissettim. Her iki filmi de o gözle izledim, aslında izlettirdiler demek daha doğru olur. ATATÜRK II biraz geçiş filmi gibi olduğu için aralarda olmasaydı iyi olurdu dediğim sahne ve konular olsa da odak noktam belli olduğu için üzerinde durmuyorum bile.
ATATÜRK Serisi 2 Film Daha Çekilirse Tamamlanacak ve Başyapıt Olarak Tarihimizde Yerini Alacak
Sonradan araştırdığımda 3 bölümlük mini bir dizi olarak tasarlandığını okudum. Ancak baktığımızda iki filmin dışında konu itibariyle iki filmin daha çekilmesi, bu serinin hakkını verecektir. ATATÜRK II filmi, 1919 yılının ortalarına doğru bitiyor. Dolayısıyla, konu Mustafa Kemal Atatürk’se Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in ilanından Ata’mın ölümüne kadar geçen süre de ayrı ayrı birer film olarak çekilmeli. O zaman tam bir başyapıt olarak tarihimizde yerini alacak muhteşem bir seri olacaktır. Merakla ve heyecanla takip edeceğim.
Filmlere tekrar dönecek olursak, vatanın elden gitmeye başladığı yıllar, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılma dönemi, I. Dünya Savaşı.. Bunların hepsini biliyoruz değil mi? Bilmediğimiz şey Atatürk’ü hissetmek, bakmakla değil sadece görebilmek. Bunu bazen bir kitap sağlar, bazen bir kişi, bazen de bir yapım. Vatan sevgisini, Türk milletinin gerçekteki azim ve duruşunu cümlelerle değil, eylemleriyle gözümüze gözümüze göstermişler. Ne muazzam bir deneyimdi biliyor musunuz, umarım ilk fırsatta seyredersiniz. Belki öncesinden zaten tohumlarını ektiğim filizler yeşillendiği için bu kadar etkilendiğimi hep birlikte düşünebiliriz ama inanın yazarken bile tatmin olmadım. Bu değil, biliyorum. Bugüne kadar okuduğum, öğrendiğim, yaşadığım her ne varsa cumhuriyetimize dair, hepsi vücut buldu. Bunu başarmak çok büyük bir olay, çok büyük bir başarı.
Sizden iki ricam olacak. İlki kesinlikle vizyondan kalktıktan sonra televizyona geldiğinde ilk kez seyretmiş olmayın. Hem kesilen sahneleriyle hem de çokça boğulan reklamlarla hiçbir anlamı olmayacak. İkincisi de sinema salonunda seyrederken yukarıda bahsettiğim şekilde ve bakış açısıyla seyretmeniz olacak. Öyle ki, zaman zaman unuttuğumuz, hatırlatılmasına ihtiyaç duyduğumuz herşeyi alıp öyle ayrılacaksınız, emin olabilirsiniz.
Sevgiler